Yurtdışındaki okullar kaba bir propaganda merkezi değil
UZUN VADELİ
'KAZANMA' MÜCADELESİ
ALPER GÖRMÜŞ
NTV MAG Ekim 2000, Sayfa 70-71
1999'un 21 Haziran'ı, St. Petersburg... Bir grup gazeteci, bilim
adamı ve sanatçıyla birlikte, Fethullah Gülen cemaatine bağlı
kişilerce kurulan ve yönetilen okullardan ikisini (St. Petersburg ve
Moskova) gezmek üzere Rusya'dayım.
St. Petersburg Havaalanından şehir merkezine, bize tahsis edilen bir
otobüsle gidiyoruz. Okulun genç edebiyat
öğretmeni (buradaki 'genç' vurgusu fazla aslında, okuldaki bütün
Türk öğretmenlerin yaşı 30'un altında Çoğunluğu oluşturan Rus
öğretmenler çok daha yaşlı), elinde mikrofonla bize şehir hakkında
bilgi verirken, birden bilgi vermeyi kesiyor ve bir şiir okumaya
başlıyor. Bir aşk şiiri, neredeyse erotik denebilecek kadar ateşli
bir aşk şiiri, ama aşık olunan kim, belli değil. içinde sürekli
olarak 'sevgili, ey sevgili' sözcükleri geçen şiir, bir noktadan
sonra 'laik' konuklar arasında bariz bir gerilime yol açıyor.
Herkesin kafasından şöyle şeyler geçiyor: "Anlatılan bir kadın-erkek
aşkı olamaz, geriye tek bir olasılık kalıyor, okunan olsa olsa Allah
ya da peygamber aşkıyla ilgili bir aşk şiiridir."
Otobüstekiler, "Kıstırdılar bizi, daha ilk dakikadan itibaren
propaganda çekiyorlar" duygusu içinde. Kafalarda şu soru: "Rus
aileler nasıl gönderiyor çocuklarını bu okullara?" Otobüstekiler bu
düşünceler içinde şiirin son dizelerini dinliyor ve rahatlıyor:
"Sevgili, ey sevgili, en sevgili. Ey Petersburg..."
Orada kalacağım günler içinde, okuldaki öğret-menler arasında dal
budak sarmış St. Petersburg sevgisini o gün açıklayamamıştım, bugün
de açıklayamıyorum. Petersburg'la ilgili olumsuz hiçbir eleştiriye
katlanamıyorlardı bu gençler. Kendilerine, "Siz Petersburg
milliyetçisi olmuşsunuz" dediğimde hiç itiraz etmediler,
gülümseyerek onayladılar.
Şunu ciddi olarak öne sürüyorum: Oradaki Türk öğretmenler için Türk
ve Müslüman kimliklerinin yanı sıra 'St. Petersburglu'yu
eklemezseniz, kimlikleri eksik kalır. (Bu gözlem, cemaat üyelerinin
biraz sonra aktaracağım 'etkileme' misyonlarının yanı sıra
etkilenmeye de çok açık olduğunu belirtmek içindi.)
Okula vardığımızda, -bu kez okulun tümü Rus olan öğrencileriyle
ilgili- ikinci bir kültür şoku yaşıyoruz. Yaşları 12-18 arasında
o!an bu gençler, yemekhanede, Türkiye'den gelen konuklara hizmet
ediyor. Kimi ekmek servisi yapıyor, kimi tabaklarımıza yemek
koyuyor. Ve bunu bir görev gibi yapmıyorlar, evlerine misafir gelen
bir Türk aile nasıl davranırsa öyle içten davranıyorlar; bunu herkes
hissediyor. Öğrencileri, o anda zihnime takılan bu izlenim açsından
uzun uzun inceliyorum. Evet, modern, dinine bağlı tipik bir Müslüman
Türk ailenin çocukları gibiler; terbiyeli, büyüklerine saygılı,
biraz mahcup...
Asıl büyük şoku, son gün Moskova'da yaşıyoruz: Az sonra mezuniyet
diplomalarını alacak 30 kadar Rus gençten oluşan koro, Istanbul
Türkçesine yakın bir mükemmellikle ve -bu daha önemli- büyük bir
heyecanla İstiklal Marşını seslendiriyor. Bu koronun sadece
öğretmen-yöneticisi Türk. Mezunlar arasında Türkçe'yi en iyi konuşan
öğrenci olan Timothy'nin, konuşması sırasında Türklerden söz ederken
'Biz Türkler' demesi, öbür arkadaşları bilmiyorum ama benim algı
sınırlarımı zorlayan bir etki yarattı.
Bu üç kültür şokundan yola çıkarak, Fethullah Gülen cemaatine bağlı
yurtdışındaki okulların pozisyonlarını ve amaçlarını şöyle
yorumlayabilirim. Ama önce okullar hakkında kısa bilgiler vereyim:
Okullarda hiç Türk öğrenci yoktu; tamamı Rus'tu. Hazırlık sınıfında
öğrenciler Türkçe ve İngilizce öğreniyor, sonraki sınıflarda dersler
Rusça ve Türkçe olarak yürütülüyordu. Okullarda sadece erkek öğrenci
vardı ve öğrencilerin tümü yatılıydı.
KÜLTÜREL MİSYONERLİK
Şimdi, anlaşılması ve tabii kabulü çok zor bir gözlemimi
aktaracağım:
Okulların Rus öğrencileri (ve galiba onların etkilemesiyle aileleri)
okulların Türk öğretmen ve yöneticilerinde
279 EĞİTİM KURUMU VAR
|
Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh
Mete Yüksel'in Fethullah Gülen hakkında hazırladığı
iddianamede, Gülen grubunun 1992'den bu yana 54 ülkede, 6
üniversite ve yüksekokul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 yabancı dil
ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu ve 21
öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kurumunu
faaliyete geçirdiği yer aldı. Okulların mali portresi ise
1.5 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bu eğitim kurumlarının
yayıldığı ülkeler şunlar: Afganistan, Azerbaycan, Nahçıvan,
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Rusya, Doğu Sibirya,
Dağıstan, Çuvaşistan, Başkurdistan, Tataristan, Moğolistan,
Pakistan, Bangladeş, Kuzey Irak, Gürcistan, Ukrayna, Kırım,
Makedonya, Bulgaristan, Moldova, Romanya, Arnavutluk,
Macaristan, Almanya, Fas, Güney Afrika, Sudan, Avustralya,
Endonezya, Bosna-Hersek, Filipinler, Tayland, Kore,
Kamboçya, Vietnam, Burma, Hindistan, Çin, İngiltere,
Danimarka, Tanzanya. |
somutlaştırdıkları Türkleri ve Türkiye'yi kendilerinden ve kendi
ülkelerinden daha yüksek bir mertebede görüyorlar. Mesala Türkiye'de
Fransız okullarındaki Türk öğrencilerin Fransa'ya ve Fransız
kültürüne olan bakışları gibi.
Belki geniş anlamda Rus kültürü ile geniş anlamda Türk kültürü
karşılaştırması için geçerli sayılmayabilir bu gözlem, ama en
azından konjonktürel olarak Türkiye'nin ve Türklerin Rusya'dan ve
Ruslardan daha 'çağdaş', daha modern olduğunu düşündükleri bence çok
açık. Bunu yalnızca deklare ettikleri fikirlerinden değil,
davranışlarından ve vücut dillerinden de seziyorum. Rus
öğrencilerdeki bu derin etkilenme, Türkiye'de bir çoklarının
sorduğu, "Cemaat, neden dünyanın her yerinde okullar açıyor? Niyeti
yalnızca yabancı ülke çocuklarını iyi bir eğitimden geçirmek değil
herhalde" biçiminde formüle edebileceğimiz soruya da cevap
niteliğinde: Cemaat, böylece uzun vadede kendi üzerinden İslamiyete
(eksik olmasın diye ve Türklüğe) bir sempati yaratmaya çalışıyor...
Yani açık bir misyonerlik faaliyeti ile karşı karşıyayız. (Burada
kendimi, Türkler ve Müslümanlar üzerine uygulanan türleri de dahil
olmak üzere misyonerliğin bütün türlerini meşru saydığımı belirtmek
zorunda hissediyorum.)
Misyoner faaliyeti denince akla hemen doğrudan propaganda geliyor.
Oysa okullarda direkt Türklük ya da İslamiyet propagandasının
zerresinin bulunmadığını bana bizzat Rus aileler anlattı.
Çocuklarını okula kaydettirirken, cemaatin Türkiye'deki 'şöhreti'
nedeniyle başlangıçta çok tedirgin olmuşlar, ama sonradan en küçük
bir etkileme çabasının dahi olmadığını görünce içleri rahat etmiş.
(Velilerin çoğunun inançlı Ortodokslar olduğunu düşünürseniz, îma
yollu propagandanın dahi nasıl ters tepeceğini tahmin
edebilirsiniz.)
Türkiye'de çok sayıda insan, yurtdışındaki bu okullarda İslam
şeriatı propagandası yapıldığına inanıyor. Ama okullardan bu yönde
hiçbir 'kanıt' devşirilemeyeceğini kendilerine söyleyebilirim. Bunu
yapmıyorlar, çünkü etkili olmayacağını biliyorlar.
Peki, ne yapıyorlar da Rus çocukları yarı-Türk olarak yetişiyor?
Şöyle bir modelin, 'yanlış'tan çok 'doğru' içerdiği konusunda
güvence verebilirim:
Öğrenciler, yıllar içinde, gece gündüz beraber oldukları bu
insanlara hayran oluyor. Ahlaklı ama bağnaz olmayan: Rusya'daki en
büyük toplumsal illetlerden sayılan içki ve uyuşturucu karşısında
inanılmaz bir irade gösteren bu abilerle bir gün Rus edebiyatı
tartışıyor, ertesi gün onlara mesela aşk acılarını anlatıyor...
Başları her sıkıştığında yanı başlarında onları görüyor, ailelerinde
dahi şahit olmadıkları bir diğerkamlıkla tanışıyorlar... Ve sonuç:
Öğrenciler, yıllar içinde, öğretmenlerini bu tür insanlar haline
getiren 'şey'in iyi bir şey olduğuna dair belli belirsiz bir fikir
geliştiriyorlar.
Sürecin bir sonraki aşamasında, ihtimallerden biri olarak
Müslümanlaşma var tabii, ama doğuracağı sonuçlar düşünüldüğünde,
bunun istenen ve gerçekleşmesi için çaba sarf edilen bir sonuç
olmadığını güvenle öne sürebiliriz (en azından şimdilik).
Bu tür (ve bu kadarcık) bir 'etkileme'nin cemaati 'kesmeyeceğini',
mutlaka başka amaçlarının da olması

GüIen cemaatinin tüm dünyaya yayılmış okulları en çok
tartışılan konular arasında. Bu okulların maliyetinin
yaklaşık 1.5 milyar dolar olduğu söyleniyor. |
gerektiğini öne sürecek okurların bu 'kaygı'larını ne ölçüde
giderir bilmiyorum ama 'amaç' faslında bir noktayı belirtmezsem, çok
şeyin eksik kalacağının ben de farkındayım. Büyük, modern ve önemli
ölçüde gönüllülüğe dayanan kurumlaşmalarda herkese 'iş' vermek,
kurumun canlılığının temel şartlarından biridir. Kurum (burada
cemaat) ne kadar çok fonksiyonel ve anlamlı 'iş' üretebilirse, o
kadar canlı kalır. Ben, cemaat önderliğinin 'eğitim işi'ni organize
ederken, işin bu yanını da ciddi ciddi düşündükleri kanaatindeyim.
Özetlersek; cemaate bağlı okulların öbür profesyonel okullardan
hiçbir farkının olmadığını, işlerinin sadece eğitim vermek olduğunu
tabii ki söyleyemeyiz. Ama buraların birer kaba propaganda merkezi
olduğu düşüncesi de külliyen yanlış. Sabırlı, uzun vadeli bir
'kazanma' mücadelesi yürütülüyor ki, bunun meşru olmadığını öne
sürebilmek hiç kolay değildir.
Cemaatin uzun vadeli amaçlarını kendi hayat tarzı, vb. açsından
tehlikeli bulanların bu amaçlara karşı mücadeleleri de meşru
elbette. Ama şu var: Gönül ve kafa kazanmaya dayalı sabırlı bir
mücadeleye karşı geliştirilen mücadelenin yöntemleri bugün revaçta
olan yöntemler olamaz. Bunu, okulları gezdikten sonra bir kez daha
anladım.
Kaynak: Haberbilgi.com (şubat 2001)
|